Ahmed Arif Sözleri
Ahmed Arif Doğum ve Ölüm Tarihi Nedir?
Doğum Tarihi: 23 Nisan 1923, Diyarbakır
Ölüm Tarihi: 2 Haziran 1991, Ankara
Türk edebiyatının en önemli şairlerinden biri olan Ahmed Arif sözlerini aşağıda sizler için yazdık. İşte en sevilen Ahmed Arif sözleri:
En Güzel Ahmed Arif Sözleri
“Ben ki 29 yaşındayım. Ama binlerce yıldır seni arıyor, hasretini çekiyorum..”
“Canım benim, bilir misin, canım dediğimde içimden canımın çıkıp sana koştuğunu duyarım hep.”
“Biz ki, ustasıyız vatan sevmenin..”
“Gayrı, iki korku çiçeğidir gözleri, İki mavi, kocaman korku çiçeği, Açar, derin kuyularda…”
“Gözlerinden öperim canım. En çok da burnundan. Gülme, ciddi söylüyorum. Yarı parçan…”
“Yokluğun, cehennemin öbür adıdır. Üşüyorum, kapama gözlerini.”
“Böyle bir şey olabilir mi? Bir canda iki can yaşamak.”
“Otobüsün sol camından manzarayı seyrederken, Sağ camından kaçırdıklarımızdan ibarettir hayat…”
“Üşüme canım! Ölürüm. Üşür gibi olan neren, nen varsa öper öper öperim. Ben üşümüyorum bu kış. Kazağın sırtımı, canımı, sevdân evrenimi sarmışken böyle nasıl üşürüm?”
“‘Bilmek’ gibi korkunç bir ayıptayım.”
“Nerede bir can ölse, oralı olur yüreğim. Olmalı zaten. Olmasa “insan” olmaz yüreğim…”
“Bir umudum sende, Anlıyor musun?”
“Evet, ağlamaklı oluyorum, demdir bu. Hani, kurşun sıksan geçmez geceden, Anlatamam, nasıl ıssız, nasıl karanlık…”
“Gelgelelim, Beter, bize kısmetmiş.”
“Düşlerimdeki sensin, İçimin yangınına göz yaşım fayda etmiyor… Gideceğim bütün yollar sana çıkıyor… Gel beraber alalım nefesimizi sevdiğim sensiz boğazımdan geçmiyor. Acıyor içim acıyor canım yandı içim acıyor… Benim içim hiç böyle acımamıştı. Göz yaşlarım kan oldu aktı yüreğime… İçime hançer saplıyorsun delik deşik ettin yüreğimi… Kalp dayanır da beyin ne yapsın buna?”
“Sana doymak, korkunç ahmaklık olur..”
“Ve zehir-zıkkım cıgaram. Gene bir cehennem var yastığımda, Gel artık…”
“Kırılmış, balta yemiş ve sesi kuyularda boğulmuş biriyim, doğru.”
“Nedense aklıma hep ölüm geliyor. Böyle ne kırık ne de anlaşılmamış gitmek istemiyorum.”
“Öylesine hülya, kutsal ve uzaksın ki… Allah kahretsin beni.”
“Gözlerinden, burnunun üst dudağına düşen fark edilmez incecik gölgesinden öperim canım. Öperim ömrüm. Yaşşa!”
“Terk etmedi sevdan beni, aç kaldım, susuz kaldım, hayın, karanlıktı gece, can garip, can suskun, Can paramparça… Ve ellerim, kelepçede, Tütünsüz, uykusuz kaldım, terk etmedi sevdan beni…”
“Unutmuş gülmeyi gözbebeklerim.”
“Sen nasılsın canım? Elin, yüzün, havan bıraktığım gibi mi? Korkunç özlemişim seni. Bu o kadar gerçek, o kadar elle tutulur bir duygu ki, yaşaması değme yiğidin harcı değil, sana minnettarım. Teşekkür ederim.”
“Ve hep olmayacak şeyler kurarım, gülünç, acemi, çocuksu…”
“Gel beraber alalım nefesimizi sevdiğim. Sensiz boğazımdan geçmiyor.”
“Bir de kuşlar var hakim bey, her şeyin başı onlar. Onlar özgürlüğü koyuyor insanların kafasına.”
“Suskun, hayın, çıyansı.”
“Sabah gözlerimi sana açarım.Akşam, uykularımı senden alırım.Nereye, ne yana dönsem karşımda mutluluğun o harikulade baş dönmesini bulurum. Böyleyken gene de şükretmem halime, hergelelik, açgözlülük eder, seni üzerim. Aklıma gelmez ki seni usandırır, sana gına getiririm. Sana dert, sana ağırlık, sana sıkıntı olurum. Nemsin be? Sevgili, dost, yar, arkadaş…Hepsi. En çok da en ilk de Leyla-sın bana. Bir umudum, dünya gözüm, dikili ağacımsın. Uçan kuşum, akan suyumsun. Seni anlatabilmek seni. Ben cehennem çarklarından kurtuldum, üşüyorum kapama gözlerini.”
“Seni sade, bir dost, bir sevgili, bir can parçam olduğun için değil; beni, bu garip ve tedirgin canı, yaşama tutkusuna umuttan, aşktan, ölümü unutturan güzelim sevdalardan yana o aziz duyulara, düşünlere sımsıkı bağlayan bir dünya olarak seviyorum.”
“Ha, neyini mi merak ederim? Serçe parmağındaki tüyden, kulak memendeki tatarcık ısırığına, düşlerine, esnemene, şıpıdık terlikle mutfaktan çıkışına kadar nen varsa!”
“Bu bok soyu alışkanlıklar, töreler, günah sevap ve ayıplar köleliği olmasa… Bütün tedirginliğimiz bundan. Bundan, yüzünü hayalledikçe ağzımın acılaşması.”
“Ne alnımızda bir ayıp ne koltuk altında saklı hacimiz. Biz bu halkı sevdik ve bu ülkeyi. İşte bağışlanmaz korkunç suçumuz.”
“Canımın gizlisinde bir can idin ki, kan değil sevdamız akardı geceye, sıktıkça cellat kemendi.”
“Evet, bu korkusuzluğu, soya çekim yasalarından çok, devrimci öğreti, devrimci bilinç ve kavga koşullarına borçluyum.”
“kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda.” yiğitlik, sen cehennem olsan da bile fedayı kabul etmektir, cennet yapabilmek için seni, yoksul ve namuslu halka.”
“Yahu ben ömrümde hiçbir kavram üzerinde yarım saatten fazla uğraşmadım. Ya hep kolay işler çattı bana, ya da her nasılsa söktürdüm işte. Ama şimdi. Dünyanın en tükenmez mutluluğundayım. Ne yana dönsem sen. Elimi neye uzatsam yalnız değilim.”
“Seni sevmek, felsefedir kusursuz. İmandır, korkunç sabırlı. İp’in, kurşun’ün rağmına, yürür pervasız ve güzel..”
“Öyle yıkma kendini, Öyle mahzun, öyle garip… (…) Dayan kitap ile Dayan iş ile. Tırnak ile, diş ile, Umut ile, sevda ile, düş ile. Dayan rüsva etme beni.”
“Düşme! Ölürüm… Gözlerinden, gözlerinden olurum.”
“Dünyayı, dünya eden de bu belki. Bellisiz kaybolmuşluk…”
“Deli kadınlar iyidir. Çünkü ne kahkahaları tutsak, ne gözyaşları sınırlı, ne arzuları mahpus, ne öfkeleri prangalıdır.”
“Dört yanım puşt zulası”
“Umutsuzluğa düşmek bir devrimciye yasaktır. Cellat elinde işkencede ölüme bir soluk kalmışken bile.. Yalnız yasak değil ayıptır da.. Çünkü devrimcinin kendisi, insanlığın yarını ve umududur. Bu bir kural, bir ilkedir.. Bu, namussuzluğun, alçaklığın egemen olmadığı, soylu, güzel ve onurlu bir dünya, bu temel ilke üzerinde kurulur..”
“İçmek! Gözlerinde içmek ayışığını. Varmak! Gözlerinde varmak can tilsimina. Gözlerin hani?”
“Düşün! Uzay çağında bir ayağımız, ham çarık, kıl çorapta olsa da biri, düşün, olasılık, atom fiziği ve bizi biz eden amansız sevda.”
“Ne güzel şey senden gayrısını tanımamak, takmamak.”
“Payı yok, apansız inen akşamdan, bir kadeh, bir cığara, dalıp gidene, seni anlatabilsem seni.. Yokluğun, cehennemin öbür adıdır. Üşüyorum, kapama gözlerini.”
“Ve seni düşünürüm, Karanlık, hırslı… Seni, cihanların aziz meyvası. İlân-ı aşk makamından bir mısrâ, Yeşerip kımıldar içimde, Düşer aklıma gözlerin…”
“Ne tuzsuz şeydi şu dünya be. Geldin, buldun, şenlendirdin, insan ettin beni. Yemeyip-içmeyip, yatmayıp-uyumayıp, seni anlatmalı bu yürek.”
“Bak nerelere aldın götürdün. Utanmalı, küfretmeli, kendimi öldürmeliyim; bu uzak, manasız ve korkunç düşleri sana nasıl yanaştırabildim diye. Sen ki bir yaşama anıtı olabilirsin. Affet bu “anıt” lafı soğuk, yakışık almadı. Dur bakalım, bir kelime bulmalıyım. Rüya! Ne güzel. hem de kalemden akan bu sızı kadar gerçek.”
“Gitmek, Gözlerinde gitmek sürgüne, Yatmak, Gözlerinde yatmak zindanı. Gözlerin hani?”
“Bazıları öyledir, okumazlar, ciddi düşünemezler. Gene de aydın olmaktan vazgeçemezler. Hatta aydın kişi oldukları için kendilerinde mutlu bir baht, gizli de olsa, bir müstesnalık bulurlar. Bu, bir toplum derdidir. Ferdi bunlardan ötürü ayıplamak pek doğru ve yerinde olmaz. Bilirsin ki insan, muhitiyle doğru orantılı gelişir, örnekleşir vs. Şimdi bunları niye yazıyorum değil mi? Aramızda ve etrafımızda öyleleri var ki, onlarsız edemeyiz demeyeyim de rahatça münasebetlerimizle öyle bir tiryakilik peyda etmişizdir ki kopamayız. Kopmak da yanlış ve zararlı. Bunları böylece kabullenmeliyiz, az çok kendimizde de bu haller vardır. Bu tiplerin belirli vasıflarından biri boşluk, ne yapacağını bilmemezlik, eğlence ya da bir iş uydurma gayretidir. Dedikodu cadısı bunların alt şuurunda tezgah kurmuştur. Bir hamallar, bir de bilginler dedikodu yapmaz. İşleri, gerçekten buna ne vakit bırakır ne de müsaade eder.”
“Ben ki değil yalvarmak, kimselere rica bile etmedim. Bak, sana nasıl yalvarıyorum. Bu,senin, hiçbir peygambere, hiçbir kahramana kısmet olmayan büyüklüğünden… Güzelliğinden…”